25 Ocak 2012 Çarşamba

Naziler ve Ezoterizm


II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi karargahına girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesedi bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıkdan sonra bu durum birçok kimsenin dikkatini çekmeye başlamışdı. Nazi karargahında 12 tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgül etti. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü.

Naziler Şambala ile İrtibattaydı:

Her şey ''Thule'' efsanesiyle başlıyordu... Thule efsanesinin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanmaktaydı. Bu da nazizmin temelini oluşturuyordu. Bu efsane altında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi partisinin 7
kurucusundan biri olan Dietrich Eckardt, Thule tarikatının temel ifadesini şöyle açıklıyordu;

"Thule'nin tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile dış zekalar- arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erelere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç kaynağı Almanya'yı dünyaya egemen kılacakdır. Yine bu güç kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacakdır."

(Rudolf Hess)

(Karl Haushofer)

(Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler)

Gizli Thule Tarikatı'nın üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushofer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı.Nazi partisinin kurucu üyelerinden ve Thule tarikatının önde gelen isimlerinden Karl Haushofer'ın, bir takım normal ötesi yeteneklere sahip olduğu bilinmekteydi. Örneğin ileri derecede geleceği bilme yeteneği vardı. Olacakları daha önceden haber verebiliyordu. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği noktaları çevresindekilere söyleyebiliyordu. Buna benzer şekilde hitlerinde garip yeteneklere sahip olduğu tespit edildi. Daha sonraları Hitler'in majik çalışmalar gerçekleştirdiğide ortaya çıkdı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yapdığı konuşmalarda, ses majisi denen majik bir yöntemi kullanmasıydı. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüşdür. Araştırmalar ilerledikçe ortaya bir başka gerçek daha çıkdı. Nazi partisi kurucu üyelerinden Karl Haushoffer'ın Hindistan, Japonya ve Tibet'e giderek oralarda uzun bir süre gizli çalışmalarda bulunduğu tespit edildi. Esrarengiz bir eğitimden geçdiğide, kayıtlar arasındaki bilgilerde dikkati çekiyordu. Tibetde bir takım insanlarla gizli toplantılar yapdığı raporlarda belirtildi. Bu kişilerin kim olduğu hiç bir zaman öğrenilemedi.

İşin bir başka ilginç noktası ise nazilerin kullanmış olduğu sembolleriydi. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. gamalı haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biridir. Dünyanın pek çok köşesinde bu sembole rastlanmışdır. Eski uygarlıkların kullandığı en önemli sembollerden biri olan bu sembolü daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı.

(bu arada 'gamalı haç' swastika olarak geçiyor.)


Gamalı haç sembolü insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biridir. Kayıp kıta mu kültürünün simgesidir. Mu'da yaşayanlar insanlar zamanla dejenere olunca çıkar kavgaları başladı, bu iyi (Agarta) ve kötünün (Şambala) savaşına dönüştü, Şambala yandaşlarının uygulamış olduğu korkunç kara büyülerle doğanın dengesi bozuldu ve kıta battı, oradan kurtulabilenler Mu kültürünü değişik coğrafyalara taşıdılar. Eski Mısır ve Tibette Mu kültürürünün bilgileri titizlikle saklandı. Resimlerde görüldüğü gibi nazilerin gamalı haçı bu sembolden esinlenerek düzenlenmiştir. Peki nedir bu sembolun gizemi? Bu sembol evrenin anahtarıdır kısa adıyla, yani varoluşun dört ana kuvvetidir; ruh enerjisi,zaman enerjisi, fizik enerjisi ve hayat enerjisidir. antik bilgilerde ateş, su, toprak ve hava adıyla geçer. Bu sembolun her bir parçasının bir anlamı vardır;

1- Şeklin ortasındaki daire mükemmeliyetin sembolüdür, eski Mısır'da tanrı Ra’yı yani güneşi sembolize eder. Dinsel metinlerde dairenin içi yaradanı dışı ise yaradılmış olanı ve her ikisinin birliğini sembolize eder.

2- Dairenin ortasındaki şekil dört kuvvetin dairenin merkezinden ilk çıkışlarını gösterir. Birlikten çokluğa geçisin ilk adımıdır. Fizik evreninin ve varoluşun başlangıcıdır.

3- Birden çıkan dört kuvveti veya dört enerjiyi ifade eder.

4- Her bir kuvvetin ortasına konulan üçgenimsi çıkıntı kuvvetlerin aktif olarak çalışmakta olduklarını ve olacaklarını yani faaliyet sembolüdür.

5- Her kuvvetin içinde bulunan basamaklı şekiller merkezinden aldıkları gücün bağlantısını sembolleştirmektedir.

Şeklin tamamı ise varolan tüm evrenin sembolü konumundadır. Kuvvetlerin soldan sağa dönüşü göstermesi aynı zamanda evrenin gezegenlerin ve galaksilerin hareket halinde olduklarının bir işaretidir. Kısaca bu sembol bizzat varoluşun ve varoluşu meydana getiren dört büyük kuvvetin sembolü olarak mu kültüründe şifrelendirilmiştir. Gamalı haç ve hristiyanların haç işaretinin kaynağı buradan gelir. Bütün bu gelişmeler nazilerin bazı sırları ele geçirdiklerini ama karanlık güç olarak kullandıklarını gösterir. Bu bilgiler sayesinde kara büyü uygulamalarıyla halk kitlelerini ideolojilerinin peşinden sürüklemeyi başarmışlardır.

Aslında her şey Thule efsanesiyle başlıyordu, Thule efsanesinin kökenide kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da nazizmin temelini oluşturuyordu. Thule örgütün kurucularından, şair ve gazeteci, Dietrich Eckart, 1920’lerde, mimar Alfred Rosenberg ve Karl Haushofer ile birlikte, Hitler’e, mistik doğu’nun gizemlerini öğretmiş ve Hitler’in, o yıllarda bu örgüte katılmasını sağlamıştır. 1923 yılında kurulan milliyetçi sosyalist parti’nin yedi kurucu üyesinden biri olan Eckart, aynı yıl içinde öldüğünde, elindeki tüm bilgi birikimini Karl Haushofer’e bırakır. Vasiyetinde ise, şöyle demektedir:
''Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.''

Thule örgütü adını ''Thule Kornen''den almıştı. ''Thule'', İzlanda efsanelerindeki batık bir kıtanın adıdır. Ayrıca, Grönland’ın batısında, halen bir Thule kenti bulunmaktadır. ''Kornen'' ise, hem yarımada, hem de ''boynuz'' anlamına gelmektedir. ''Thule Kornen'', Thule yarımadası anlamına gelmekle beraber, Thule kentinin gerçek adı Qaanaak'tır. İki ismi beraber okuduğumuzda zülkarneyn kelimesi açıkça görülmektedir (Aiberg, yaptığımız konuşmada bu konuya değinmişti). Thule Örgütü’nün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Kökleri, kayıp kıta Mu Uygarlığına dayanan bu öğretinin temel taşları, insan psikolojisinin bilinmeyen yanları ve zaman boyutları idi. Amaçları, ''zamanda insan ve taşıt naklini'' gerçekleştirerek, dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirmek ve ''üst zekalılarla'' diyologa geçmekti.

Vladimir Terziski tarafından hazırlanan ''The Secrets of the Third Reich'' (Üçüncü
Reich’ın Sırları) isimli video filminde, Nazi Thule ve Vril örgütü üyelerinin, dünya dışı canlılarla telepatik temas kurduklarını ileri sürülmüştür.

Thule örgütü’nde, güneş, ''Aryan''ların kutsal sembolü olarak bilinirdi. Aryan'ın lügat anlamı, ''ari ırk'' ve hint-avrupa dilini konuşan tarih öncesi kavim (hint-avrupalı) demektir. Bir Tibet efsanesine göre, üç..dört bin yıl önce, Orta Asya’da, Gobi’de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık, bir felaket, belki de bir atom savaşı sonucu yıkılır; Gobi bir çöle dönüşür. Bu felaketten canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa’ya ve Kafkasya’ya göç ederler (bu olay, tarih kitaplarında okuduğumuz, Orta Asya’daki kuraklık ve göçler konusu ile uyumludur). Thule Örgütü’nün ermişleri, bu Gobi göçmenlerinin, insanlığın temel ırkını (ari soyunu) oluşturduğuna inanmaktaydılar.

Haushofer, ''kaynaklara dönmeyi'', yani Doğu Avrupa’yı, Türkistan’ı, Pamir’i, Gobi’yi ve Tibet’i ele geçirme gereğini savunmaktaydı. Ona göre, bu bölgeleri ele geçiren dünya’ya egemen olurdu.

Hint-Tibet mitoslarında, ''uzay üstü uzay''a çıkıp zaman yolculuğu yapan ''Dhurakhapalam''a, ''Vaidor''; ufo benzeri uçan disklere de ''Vimana'' denilmekteydi. Hint esatirinde, Vaidor’ların, Turan Dağı’nda; Vimana’ların ise, Tor Dağı’ında bulunduğu, daha doğrusu inip, çıktıkları yazılıdır. Hatta, Çinliler’in, Fransızlar’ın (Kont Sédir) ve Ruslar’ın (Çar Nikola) büyük paralar harcayarak kurdukları ekiplerle Dhurakhapalam’ı arattırdıkları söylenir. General Haushofer’in de, Tibet’te bu konuda araştırmalar yaptığı söylenmiştir. Diğer taraftan, Tibet’teki lama rahiplerinin ağızbirliği ile sakladıkları bir sırra göre, Dhurakhapalam’ın, saklandığı kutsal beldeden çalındığı ileri sürülmüştür.

Bu konu ile ilgili olarak, Aiberg’in kitaplarından birinde, satır aralarında sadece şöyle bir cümle yer alıyor: ''G’nin bu aygıtı bularak, Rusya üzerinden Grönland’a taşıması ve Paul Kamenberg isimli birini zamanda iki yıl geri göndermesi ile ilgili olarak süper devletleri şok eden deneyler.''
Burada sözü edilen G'nin, Gurdjieff olduğu anlaşılıyor. Ancak ne yazık ki, Aiberg’in kitaplarında bu konu ile ilgili daha fazla bilgi bulunmuyor.

Thule Örgütü, 1943 yılına kadar Tibet’le yakın ilişkiler içersinde olmuş, karşılıklı heyetler gönderilmiştir. Hatta, 1926 yılında, Berlin ve Münih’e, küçük bir hindu kolonisinin yerleştirildiği bilinmektedir (Ruslar’ın Berlin’e girişi sırasında, ölenler arasında, Himalaya ırkından gelme, Alman üniforması giymiş, üzerinde kimliği ve rütbesi bulunmayan bin kadar cesede rastlanmıştır). Nazi’lerin ''Odessa'' adlı bilim örgütünde de, üst rütbeli Tibetli’lerin çalışmış olduğu saptanmıştır. Tibet kökenli ''yeşil ejder'' adlı bir örgütün de, Thule Örgütü ile bağlantılı olduğu bilinmektedir.

Thule Örgütü’nün merkezi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İstanbul’a taşınmıştır. Örgütün başkanı, Hitler tarafından İstanbul’a gönderilen, ancak daha sonra İstanbul’da intihar süsü verilerek öldürülmüş olan (Türk literatüründe ''gizli müslüman baron'' diye anılan), ''Baron Rudolf von Sebottendorff'' (diğer adıyla, Rudolf Glauer) dir. araştırmacı yazar Jason Bishop, Baron Sebottendorff’un, islam mistizmi ve süfizmini tüm ayrıntıları ile çok iyi bilen ve tarikatlarla doğrudan teması olan bir kişi olduğunu belirtmektedir.

Baron Sebottendorff, 1933 yılında yayınlanan, ''Before Hitler Came'' (Hitler’den Önce) isimli kitabında, Nazi liderlerinin gizemli çalışmalarını konu almış ve kitap, bu nedenle Gestapo tarafından yasaklanmıştır. Haushofer ve Hanussen ile birlikte, Gurdjieff de müslüman olmadan önce bu örgüte mensuptu. Diğer bir örgüt üyesi olan Rudolf Hess’in de müslüman olduğu ileri sürülmüştür. Hitler’in, Thule Örgütü’ne 1920 yılında katıldığını daha önce belirtmiştik. Zig-Zag grubu ile bir süre bağıntılı olarak çalışan Thule Örgütü’nün Hitler tarafından Nazi’leştirilmesinden sonra, Zig-Zag grubu bu örgütle ilişkisini kesmiştir.

En büyük hedefi, zaman yolculuğunu gerçekleştirerek dünya’nın kaderini değiştirmek olan Thule Örgütü’nün, bu amaca ulaşacak teknolojiye erişebilmek için, tarih öncesi üstün Aryan Uygarlığının yaşadığı Hindistan ve Tibet’e kadar uzandığını görüyoruz. Hazreti Hızır’ın öğrencisi olarak zaman yolculuğunun sırrına eren Mevlana Halid-i Bağdadi’nin de, Mekke-i Mükerreme’de kendisine söylendiği üzere, Hindistan yollarına düştüğünü ve Cihanabad’da İrşad edildiğini daha önce belirtilir. Dolayısıyla, görüyoruz ki, zaman yolculuğunun sırrı, her iki taraftan da Hindistan ve Tibet taraflarına doğru uzanıyor. Diğer taraftan, Gurdjieff ve Haushofer’in hem Thule, hem de Zig-Zag mensubu olmaları, Thule Örgütü’nün, Bağdadi’nin zaman yolculuğu etkinliğinden haberdar olduğunu akla getiriyor. Zig-Zag Grubu’nun, Thule Örgütü ile ilişkisini kesmesi, belki de Nazi’lerin, zaman yolculuğu teknolojisini siyasi amaçlarla kullanmak istemelerinden kaynaklanmıştır.

Adolf Hitler, ilkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil'i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi

"Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak 'İşte o, buraya da gelmiş, işte o' diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak 'İşte yine orada, köşede..' diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu." Herman Rausching, "Hitler Bana Dedi ki" adlı kitabında Hitler'le ilgili bu iddialarda bulunuyor.
Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, "Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam" diyordu Hitler için.

Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler'in kitleler üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu. Dahası I. Dünya Savaşı'nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya Savaşı'nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire, Hitler'in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca insan öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hala sarılabilmiş değil. II. Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı, üniversitelerde ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek bilinmeyen ve fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu. Kısa süreli aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli sebepleri bulunabilir mi? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler'i ve II. Dünya Savaşı'nın bilinmeyen yönlerini araştırdık.

Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı
Hitler'in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching'in "Hitler Bana Dedi ki" kitabı Hitler'le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor:

"Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, 'Evrenin Kesin Dönemeci' sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için 'ruhun yanlış yolu' deyimini kullanıyordu. 'Büyüsel görüşe' sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil'i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi."
Rausching'in bu sözleri eğer doğruysa Hitler'in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier, "Büyü ve Politika" adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik-büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir."
Rausching'in kitabında, Hitler'le özel olarak görüşen bir yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor:
"Führer'im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin."
Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching'e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman şöyle ifade ediyordu:
"Hakkımda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır."

Thule Efsanesi'nden Etkilenmişti:

İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi'nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler'in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı.
Karl Haushoffer'ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici. Haushoffer ile Hitler'i tanıştıran Rudolf Hess'ti. Thule grubunun yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir uçakla İngiltere'ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının kapatıldığı Spandau Cezaevi'nde ömür boyu tutuldu. Diğer mahkumların bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye oldular, ancak Hess Spandau Cezaevi'nin tek mahkumu olarak yıllarca İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslar'dan oluşan bir birliğin gözetimi altında kaldı. Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan birisi on yıl önce "Dünya'nın En Yalnız Adamı" ismi ile Türkçe'ye çevrildi.

Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess'i farklı kılan, savaşın farklı sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer'e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ve Uzak Doğu'nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya'ya gitmiş ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya'da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris'e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ve Roosvelt'in ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti.
Haushoffer, I. Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden öğretim hayatına döndü. Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi Partisi'nin sembolü olan Gamalı Haç'ı seçen de oydu. Nitekim "Bilinmeyen Hitler" adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyor:

"Hitler, Landsberg Hapishanesi'ndeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess'ti. Hitler, 'Kavgam' adlı kitabını bu iki önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli bilimlerin yanısıra Zen Budizmi'ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart'tan sonra Hitler'i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin'de Berlin Luminous Locası'nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev'in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası'na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himler, Goring ve Hitler'in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Loca'ya üyeydiler." (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Books, 1990)

Nazi Karargahında Tibet Rahipleri:

Hitler'in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi'ne dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, "Gizli Sırlar Öğretisi" adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: "II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı'na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı:
Nazi Karargahı'nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!

Her şey Thule Efsanesi'yle başlıyordu. Thule Efsanesi'nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm'in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi'nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu: "Thule'un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile 'dış zekalar' arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya'yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır."
İşte bu sözler özetle Nazizm'in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli Thule Tarikati'nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler'in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı 'ses büyüsü' denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü."
Ergun Candan'a göre bir başka ilginç nokta da Naziler'in bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan Gamalı Haç'ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardı.

Gamalı Haç, Mu Kültüründen mi Alınma?

Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward'ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu'nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet'teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu'ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala'da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler'in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet'teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece sembol Şambala'nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.
Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya'daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya'ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. "Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler." Hitler ekliyordu: " Yeterince kayıp verilmedi!" Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: "Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır." Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?

"Ya Masonlar, Ya Biz"

Rausching'in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece önemli ipuçları bulunuyor:
"Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan. Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar ya biz..."
'Zaman Gezmenleri' adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı ayrıntılar bulunuyor:
"Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi'lerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkansızdı. Adolf Hitler'in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi 'Thule Örgütü' idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı.
1923 sonbaharında Münih'te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, 'İşte benim Hacer-i Esved'im' dedi. Astronomik bilimin kurucularından Prof. Oberth'e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer'e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti."

Thule'n son temsilcileri:

D. Eckardt'la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg, 1920'lerde Hitler'i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler'e Doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dilini ve konuşmayı öğreten Eckardt'tı. Öğretisini iki ayrı planda yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının temmuz ayında kurulan Hitler'in Nasyonel Sosyalist Partisi'nin yedi kurucu üyesinden biriydi.
Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını "insan psikolojisinin bilinmeyen yanları" ve "zaman boyutları" oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule'un dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek, "üst zekalılarla" diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı. Thule'un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess'i kendi amaçları için kullanmışlardı.
1926 yılında Berlin'de, Berlin ve Münih'e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin'e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet'e heyetler gönderilmiş ve bu 1943'e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946'da Karl Haushoffer, karısı Martha'yı öldürüp, Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler'e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: "Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı."

Hitler 'seçildiğine' inanıyormuş:

Hitler'in kendisini önceden belirlenmiş bir geleceğin uygulayıcısı olarak seçildiğini düşündüğü biliniyordu. Kehanetler Kitabı (The Book of Predictions) adlı kitapta arkadaşlarına şu sözleri söylediği nakledilir: 'Hakkımda çok şey duyacaksınız. Sadece vaktimin gelmesini bekleyin.' Hitler, bunu I. Dünya Savaşı sırasında oturduğu yerin bir kaç dakika sonra havaya uçmasından önce "oturduğu yeri terk etmesini söyleyen" sözleri duyduğunda söylemişti. Bu olay 1915'te, I. Dünya Savaşı sırasında henüz bir onbaşı iken gerçekleşmiş. Hitler'in anlattıklarına göre, kendisine oturduğu yerin 60 metre ötesine gitmesi söylenmiş, geride kalanlarsa ölmüşler. Bu olay Hitler'in özel bir amacı uygulamak için seçildiği düşüncesinin pekişmesine neden olmuştur.
Falcılara yüklü para ödermiş...
Hitler'in ikinci adamı olarak bilinen Herman Georing'in yine Hitler'in en yakınında bulunan Nazi ideoloğu ve aynı zamanda partinin resmi yayın organının yayın yönetmeni olan Alfred Rosenberg ile aynı günde doğmuş olması konunun araştırmacıları tarafından her zaman şüpheyle karşılanmıştı. Ama olayı daha da ilginç kılan her ikisinin de hemen hemen aynı anda 16 Ekim 1945 tarihinde intihar ederek ölmüş olmalarıydı. Bu durum Hitler'in astroloji ile yakından ilgilendiği yorumlarını da beraberinde getirmişti. 10 Eylül 1940 tarihli Look dergisi "Hiç Kimsenin Bilmediği Hitler "(The Hitler Nobody Knows) adlı bir makale yayınladı. Makalede Hitler ile ilgili şu ifadelere yer veriliyordu: "Hitler'in gizemciliği ve astrolojiye duyduğu şaşırtıcı ilgisi kabaca bilinen Hitler efsanesinin önemli bir kısmı haline gelmeye başlıyor. Hitler'in Bavaria'daki özel gözlemevinde bulunan onca teleskop ve benzeri aletler Hitler'in astrolojiyle tıpkı diğer insanların pul, madeni para ya da kelebek topladıkları gibi bir hobi olarak ilgilendiğini düşündürtüyor. Dahası Hitler'in farklı fal yöntemlerini uygulayan astrologların görüşlerini aldığı ve de onlara yüklüce para ödediği biliniyor." (9-10-1940 Look, Hitler Nobody Knows)

Kutsal kitaplardan şaşırtıcı bağlantılar:

Naziler'in Avrupa'da bulunan Yahudi nüfusunun üçte ikisini (2/3) öldürmesi bir tesadüf müydü? Hitler'in kendisini gelecekte yapılacaklar için seçilmiş biri olarak görmesi durumu kuşkusuz daha ilginç kılıyordu. Kitab-ı Mukaddes'in Zekeriah bölümünde yer alan ayetler konunun uzmanları tarafından her zaman olağanüstü şaşırtıcı bulunmuştu. Çünkü ayetlerde Yahudiler'in üçte ikisinin öldürüleceği, geri kalanların ise ikinci kez devlet kuracakları söyleniyordu: "Ve Tanrı dedi: Ve gün gelecek onların iki bölümü yok olacaklar bütün topraklarda, ama üçüncüsü hayatta kalacak. Ve üçüncüsünü ateşle gümüşü arıtır gibi arıtacağım ve onları altını dener gibi deneyeceğim ve onlar benim ismime gelecekler ve onları duyacağım ve diyeceğim: İşte benim kullarım ve diyecekler: Tanrı bizim Tanrımızdır."
İstatistiklerin holokost sırasında yok olan Yahudi nüfusuyla ilgili olarak verdikleri rakamlar ayetlerde geçen ifadelerle örtüşüyor. 'Medeniyet, Geçmiş ve Bugün' (Civilization Past and Present) adlı kitapta geçen ifadeler aynen şöyle: 'Nazilerin Avrupa'yı işgal ettikleri 1939 -1945 yılları arasında Yahudi nüfusu 9 milyon 739 binden 3 milyon 505 bine düşmüştür. 6 milyon insan, Polonya, Çekoslovakya, Rusya ve diğer ülkelerde Nazi katliamı sırasında hayatlarını yitirmişlerdir.'
İşin şaşırtıcı tarafı ise İsrail'in 1948 yılında yeniden kurulmuş olması. Bu da Kitab-ı Mukaddes'in bazı ayetlerinde aynen şöyle geçmekte: 'Ve o gün gelecek, ikinci kez, onları korumak için Rabbin elleri geri kalan kullarının üstünde olacak'. (İsa 11-11)
'Sizi ulusların arasından çıkaracağım ve bütün ülkelerden toplayıp bir araya getireceğim ve kendi topraklarınızı vereceğim'. (Ezekiel 36-24)
'Ve babalarınıza verdiğim topraklarda siz yaşayacaksınız'. (Ezekiel 36-24)
Konuyla ilgili Kur'an- ı Kerim'de de ilgi çekici ayetler bulunmakta: "Biz, Tevrat'ta İsrail oğullarına 'Elbette siz yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz. O iki fesaddan birincisinin vakti gelince, kudret ve şiddet sahibi kullarımızı üzerinize gönderdik de yurdunuzun içine kadar girip sizi araştırmışlardı. Bu yerine getirilecek bir vaad idi.'
Bundan sonra, yine tekrar onlara karşı size devlet ve galebe ihsan ettik. Emval ve evladla imdadınıza yetiştik. Sayınızı da evvelkinden ziyade kıldık.
Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Şayet kötülük ederseniz, yine kendinize kötülük etmiş olursunuz. İkinci fesadınızın ukubet vadesi gelince: Yüzlerinizi karartsınlar, birinci defa girdikleri gibi Beyti'l Makdis'e girsinler, galebe ve istila ettiklerini berbat ve helak etsinler diye yine düşmanlar gönderdik." (İsra 4-7)

666 bilmecesi:

Kitabı Mukaddes'in Esinlemeler bölümünde Şeytan ile ilgili bilgiler verilirken Şeytan'ın sayısının 666 olduğu belirtilerek insanlar uyarılır. Hıristiyanlar söz konusu ayetlerden yola çıkarak bazı araştırmalara girişmiş, dünya politikalarını etkileyen bazı önemli şahsiyetlerin isimlerinin rakamsal karşılığının 666'yı verdiği ortaya çıkmıştı. Buna göre Hitler'in yanısıra, Napolyon ve Stalin'in rakamsal karşılığı da 666'dır. Daha da şaşırtıcı olan ise Microsoft imparatorluğunun sahibi William Henry Gates'in rakamsal karşılığının da 666 olmasıdır. William L. Shirer'e göre, Hitler 1940 Temmuz'unda Paris'e gittiğinde Napolyon'un mezarına gitmiş ve neredeyse tam 1 saat öylece mezara bakakalmıştır. İşin şaşırtıcı tarafı Hitler'in Paris'te sadece 4 saat kalmış olmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder